Tweet |
Muhterem Arkadaşlarım,
Kıymetli Basın Mensupları,
Bu haftaki Meclis Grup Toplantımız vesilesiyle yapacağım konuşmaya geçmeden evvel sizleri hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.
Yurt içinde ve yurt dışında, televizyon ekranlarından, sosyal medya platformlarından, radyo kanallarından toplantımızı takip eden aziz vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda yaşayan değerli kardeşlerimize en kalbi selamlarımı iletiyorum.
Fikrimizin, zikrimizin, siyasetimizin ve hareketimizin öznesi insan, aynı zamanda bunun cümlesi olan millettir.
İnsansız siyaset kansız damar, kalpsiz beden gibidir.
Tanzimat neslinin önemli isimlerinden birisi olan Merhum Ziya Paşa, şiirlerinde olmasa bile bazı yazılarında Anadolu’yu sefalet coğrafyası olarak görmüş ve göstermişti.
Halbuki Anadolu bir cevherdi, milli kültürün merkeziydi.
Tanzimatçı kafalar bu gerçeği bir türlü isabetle tefekkür, hatta tezekkür edememişti.
Bu nedenle hayatın her alanında kopukluklar ve ikilikler yaşanmıştı.
Roman ve hikâyelerde mekanın sınırlarını İstanbul dışına taşıyan, Anadolu’daki bir köye doğru genişleten ilk eser Merhum Ahmet Mithat Efendi’nin 1876’da kaleme aldığı “Bir Gerçek Hikaye” isimli çalışmasıyla ortaya çıkmıştı.
Yine aynı müellifimizin “Bahtiyarlık” isimli romanı köy hayatına, Anadolu’nun varlığına, huzur arayışına tutulan bir aynaydı.
Merhum Ziya Gökalp, Türkçülüğün esaslarından birisi olarak kabul ettiği halka doğru ilkesinin millet için gerekli bir anlayış olduğunu, bu sayede milletin kendi içinde kaynaşmış bir toplum hayatı yaşaması gerektiğini düşünmüştü.
Ona göre halk milli kültürün kaynağıydı.
Merhum Gökalp II.Meşrutiyet’ten sonra aydınların Anadolu’ya yönelmesini ısrarla teşvik etmiş, benimsediği halk kültürü fikriyatı ise müteakiben edebiyat, sanat, siyaset ve ekonomi sahalarında derin etkiler bırakmıştı.
“Adım Adım 2023, İl İl Anadolu” temasıyla bir aydır yürüttüğümüz siyasi çalışmalarımızın fikri temeli bu ifadelerimde, insanımıza, halkımıza, milletimize doğru sürdürdüğümüz gönül hareketinde aranmalıdır.
Aklımızın estiği gibi davranmadığımız bilinmelidir.
Veya Anadolu’yu karış karış gezmemiz tesadüf olarak değerlendirilmemelidir.
Anadolu her şeyin şahididir.
Türk milleti hadiselerin, hayatın olağan akışının bizzat içindedir.
Milliyetçi-Ülkücü Hareket de Anadolu’nun havasını teneffüs etmek, insanımızın derdini dinleyip derman olmak için el birliği, güç birliği, hedef birliği, gelecek birliği sağlamak üzere vatanın tüm sathındadır.
Nitekim geçtiğimiz hafta sonu yaptığımız çalışmalarla 70 ilimizi ziyaret etmiş olduk.
Elbette bunu yeterli görmüyoruz, bununla da iktifa etmeyeceğiz.
Önümüzdeki hafta sonu kalan illerimizi, buralarda yaşayan vatandaşlarımızı samimiyetle kucaklayacağız, hatır soracağız, gönül alacağız, umut olacağız, ufuk açacağız.
Yalancıların maskesini düşüreceğiz.
Türkiye üzerinde oynanan oyunları anlatacağız, kurulan tuzakları aktaracağız, kötü niyetlileri açıklayacağız.
Bunu ısrarla yapacağız, inatla savunacağız.
Halka doğru gideceğiz, halkımızla bütünleşeceğiz, mutlaka anlaşacağız, sözleşeceğiz, aramızdaki sevgi köprülerini tahkim edeceğiz.
“Geliyor gelmekte olan” diyorlar ya, biz de gidiyor gitmekte olanlar diyeceğiz. Sonra da gelmeden gittiklerini göreceğiz.
Davetsiz gelenin mindersiz oturacağını göstereceğiz.
Bir kere eğilenin bir daha dik duramayacağını öğreteceğiz.
Türk milletini zillete ikna edemeyecekler.
Türkiye’yi kaos anaforuna itemeyecekler.
İhanetin fermanını okumak isteyenleri kaçtıkları yere kadar kovalayacağız.
Milletimiz varlığına sahip çıkacak, istiklaline sahip çıkacak, istikbaline sahip çıkacak, birliğine ve kardeşliğine sonuna kadar destek olacak.
Hiç kimse hayale kapılmasın, karambol ortamı yaratıp fırsatçılığa kalkışmasın, bölücülük ittifakına, zillet ittifakına, zulmet ittifakına, iftira siyasetine aziz Türk milleti aldanmayacak, asla da itibar etmeyecektir.
Bunu biliriz, bunu söyleriz, buna da imanımız gibi itimat ederiz.
Cumhurun kaderi Cumhuriyet’in kaderidir.
Bu kader Levh-i Mahfuz’da belirlenmiştir.
Cumhur İttifakı Türkiye’yi kem gözlerden, kötü sözlerden, ölümcül engellerden, karanlık emellerden, kaos tetikçilerinden fedakarca koruyacak, milletiyle bir ve bütün halinde geleceği inşa edecektir.
Bu inşa hamlesinin, bu irade haysiyetinin önüne geçmeye hiç kimsenin nefesi yetişmeyecektir.
Çalışacağız, çabalayacağız, çağıracağız, çağlayacağız, sular seller gibi coşacağız.
Azmedeceğiz, sabredeceğiz, emek vereceğiz, mücadele edeceğiz, mutlaka başaracağız.
Cumhuriyet’in 100’üncü yıl dönümünde Türk milletinin yeni bir zaferine imza atacağız.
“Adım Adım 2023, İl İl Anadolu” temasıyla düzenlediğimiz program ve ziyaretlerde partimizi temsilen görev yapan, vakarıyla ve birikimiyle sahada göz dolduran bütün dava arkadaşlarımı bir kez daha ve yürekten tebrik ediyorum.
Allah hepinizden ve tüm teşkilatlarımızdan razı olsun diyorum.
Değerli Milletvekilleri,
Geleceğin yol haritasını geçmişin tecrübeleriyle çizmekten başka seçeneğimiz yoktur.
Kaldı ki ne kadar geçmişe bakarsak o kadar ileriyi görmemiz mümkündür.
Ruh enginliğine ve özgüvene sahip toplum veya milletler yeri geldiğinde geçmişleriyle yüzleşmeyi bilecek kadar cesurlardır.
Türk milleti yaklaşık iki yüz yıldır ekonomik baskılara, diplomatik tehditlere, siyasi dayatmalara maruz kalmıştır.
Yine de daha huzurlu bir hayat, daha güvenli bir toplum, daha istikrarlı bir ekonomi, daha güçlü bir devlet özlemi milli yüreklerde kor gibi durarak alev alacağı zamanı beklemiştir.
Aziz milletimiz yoksul, yorgun, yılgın, bitkin, durgun ve düşkün olduğu dönemlerde bile umudunu hiç kaybetmemiş, kutlu hedeflerinden en ufak sapma göstermemiştir.
Zalim sömürgecilerin stratejik hesapları devleşmiş iman karşısında tıpkı çorap gibi sökülmüş, tıpkı kumdan kaleler gibi devrilmiştir.
Nezih mizaçlı insanımız ekmeğini büyütmek, aşını kaynatmak, işini bulmak, ekonomik güvenliğini tesis ve temin etmek için her zorluğa katlanmış, her çileye dayanmıştır.
Ne var ki siyasi, tarihi, kültürel varlığımız ekonomik ambargo ve yaptırımlarla taciz edilmiş, sürekli tahribata uğramıştır.
Bu itibarla yaşadığımız ekonomik sorunların içyüzünü, can alıcı noktalarını doğru tahlil, doğru tefrik etmek zorundayız.
Eklektik ve mütereddit yorumların, önyargıyla beslenmiş, siyasi hırsla perçinlenmiş, husumetle derinleşmiş değerlendirmelerin bizi bir yere götürmesi, sağlıklı sonuçlara kapı aralaması imkansızdır.
Bu ülke hepimizindir.
Bu vatan üzerinde yaşayan her insanımızın namusudur.
Temiz bir dil kullanmak, empati kurmak, erdemli olmak, meseleleri geniş bir açıyla ele almak öncelikle siyasi partilerin, sonra da herkesin müşterek sorumluluğudur.
Birbirimizi suçlayarak, birbirimize düşman muamelesi yaparak kin ve öfkelerimizi yarıştırmak Türkiye’ye yapılabilecek en büyük kötülüktür.
Aklıselim ve kalbiselim çizgisinden savrulmanın bedeli herkes için ağır olacaktır.
Türk milleti sahnelenen ekonomik oyunların benzerlerine mazisinde defalarca şahit, maalesef defalarca da mahkum olmuştur.
Saldıran, tuzak kuran, komplo imal eden, zehir saçan ekonomik çetelerin, sermaye gruplarının, küresel tefecilerin neyi amaçladıkları, nereye ulaşmak istedikleri vicdan sahibi her insanımızın esasen malumudur.
Dün hasta adam olarak tarif ve tanımını yaptıkları İmparatorluğumuzun bünyesinde geniş ekonomik gedikler açan, bölüşüm ve paylaşım masalarında askeri ve siyasi operasyonlar kurgulayan, hitamında da icra eden muhasım ülkelerin mütecaviz politikalarından mutlak süratte ders almak zorundayız.
Makuliyetten verilecek her tavizin sorunların daha da karmaşıklaşmasına, Türkiye’nin çıkmaz sokaklara sürüklenmesine hizmet edeceğini aklımızdan çıkarmamalıyız.
Dış yardıma dayanan Tanzimat devletçiliği Ermeni ve Rum Osmanlı vatandaşları arasında ilk sermaye birikiminin folluğu işlevi görmüştü.
Fakat bu süreç üretim istikametine yönlenmediğinden dolayı yığılan borçlar, artan hayat pahalılığı ve yükselen enflasyon bir avuç kaymak tabaka dışında Anadolu insanını kasıp kavurmuştu.
II.Meşrutiyet’in ilanından sonra dönemin müessir gazetelerinden birisi olan Tanin’de muhabir olarak çalışan Ahmet Şerif Bey Anadolu gezisine çıkmış, izlenimlerini, ilk elden tespitlerini, müşahede ettiği gelişmeleri gazetesinde yayımlamıştı.
Ahmet Şerif Bey bir defasında şunları yazmıştı:
“Memleket haraplıktan, yoksulluktan, cahillikten, zorbalıktan, adaletsizlikten feryat ediyor. Halk birçok yerde ekecek tohumluk bulamıyor.”
Ne hüzün verici bir tenakuzdur ki, boğaza nazır yalılarda şiir, musiki ve sohbet toplantıları keyifle yapılırken, Anadolu kan ağlıyordu.
Türk milleti Duyun-ı Umumiye denen bir zilletle sınanmıştı.
İmparatorluğumuzun bütün gelirleri bir çeşme gibi buraya akmıştı.
Hatta, İtalya Duyun-ı Umumiye’den aldığı borçla, yani bizim verdiğimiz krediyle, yine bize karşı yapılan Trablusgarp Savaşı’nı finanse etmişti.
İlk borcu aldığımız 4 Ağustos 1854’den, son borç taksitini ödediğimiz 25 Mayıs 1954 yılına kadar tam yüz yıl borç içinde çırpındık.
1882’den 1954’e kadar aralıksız 72 yıl borç ödedik.
Nice badirelerden geçerek bugünlere geldik.
Hamd olsun onurumuzdan, şerefimizden, var oluş haklarımızdan asla vazgeçmedik.
Biliyoruz ki, bir Türk dünyaya bedeldir, dünyalar bizim olsa da bu cennet vatandan tavizimiz düşünülemeyecektir.
Çayımıza koyacak şekerimiz yoktu, ama Çanakkale’de destanlar yazdık.
Lambamıza koyacak gazyağı bulamıyor, yalnızca haşhaş yağı kullanıyorduk, ama Milli Mücadele’de düşmanın hayallerini Türk süngüsüyle kırdık.
Çünkü irademiz imanımız kadar büyüktü.
Çünkü yoksulluğu çekebilirdik, yokluğa dayanabilirdik, ama esarete, köleliğe, teslimiyete kesinlikle tahammül edemezdik.
Yeri geldi silah bulamadık, mermi bulamadık, bunları alacak para bulamadık, kuru ekmekle öğün geçirdik, ne gam, ne tasa; elimize geçirdiğimiz küreklerle, dirgenlerle, çapalarla, taşlarla düşmana karşı koyduk.
19’uncu ve 20’inci yüzyılların zorlu dönemeçlerinde ekonomik saldırılarla milletimizi teslim alamayanların şimdiki varislerine, feleğin çemberini kırıp yükselişe geçtiğimiz bugünkü zaman diliminde boyun eğeceğimiz mi zannediliyor?
Felaketimizin siyasetini yapmak üzere kuyruğa giren ahmaklara sessiz kalacağımız mı düşünülüyor?
Türkiye’yi ölümü göstererek sıtmaya razı etmeye çalışanlara duyarsız, duygusuz ve dirençsiz olacağımız mı hesap ediliyor?
Şairin dile getirdiği gibi;
İdrak-i meali bu küçük akla gerekmez,
Zira bu terazi o kadar sıkleti çekemez.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten mülhem diyorum ki, para yoksa buluruz, ordu yoksa kurarız, düşman çoksa mutlaka yeneriz.
Yeter ki bir olalım, diri olalım, iri olalım, birbirimizin uzağı değil yakını olalım, karşılıklı hak ve hukukumuzu şartlar ne kadar vahim olsa da gözetmeyi ve müdafaa etmeyi bilelim.
Işık diye milleti ateşe, sonu hüsran bir tünele çekmek için çırpınanlara affımız yoktur, müsamahamız yoktur, sabrımız yoktur, merhametimiz yoktur.
Merkez Bankası rezervlerinin eridiği yalanına bel bağlayan zillet ittifakı, 128 milyar dolar nerede sorusunu soracağına, Türkiye’nin karşısında ne aradıklarını, emperyalizme nasıl işbirlikçilik yaptıklarını, adamlıklarının nerede olduğunu açıklamak mecburiyetindedir.
Millet vicdanında tükenmez bir hazine vardır ki, o da ahlakındaki saflık ve bozulmamışlıktır.
CHP yönetimi başta olmak üzere zilletin diğer ortaklarının bunu görmesi için milli duruş göstermeleri, kuldan utanan, Allah’tan korkan bir kalbe sahip olmaları gerekmektedir.
Merhum Hocamız Prof.Dr. Mehmet Eröz, ekonominin soyut formül ve ilkeleri, sosyolojik muhtevayla doldurulmadığı takdirde, özü olmayan boş kalıplar olarak kalacağını söylemişti.
Haklıydı, teşhisinde isabet kaydetmişti.
Sosyoloji, hayatın görünüşte bildik olan taraflarının nasıl bir başka gözle görülebileceğini ve yorumlanabileceğini anlatır.
Sosyolojik düşünmek, bugüne kadar tartışmasız kabul edilen, kesin olduğu iddia edilen görüşleri eleştirme ve sorgulama alışkanlığı kazanmaktır.
İnsanın olmadığı, ahlakın, adaletin, özgürlüğün, sosyolojinin, felsefenin, tarihin, maneviyatın, değerlerin ve milli hassasiyetlerin bulunmadığı bir ekonomide sabah kalkar döviz kuruna bakarız, akşam yatar borsaya, faize ve enflasyona kafa yorarız.
Bu kısır döngüden çıkmadıktan sonra bir asır geçse bile yine aynı sorunlarla boğuşmamız kaçınılmazdır.
Ekonomi rakam, oran, yüzde, matematik, grafikten çok daha öte bir alandır, böyle de olmalıdır.
Keynes’in dediği gibi, sorun, yeni fikirlerde değil, içinde yetiştiğimiz zihinlerimizin her köşesine tutunmuş eski fikirlerdir.
Modası geçmiş ekonomik düşünceler miras aldığımız kör noktalardır.
Bize kendi çıkarlarımızı düşünen, birbirinden yalıtılmış, sürekli hesaplar yapan, zevkleri sabit ve doğa üzerinde egemen kişiler olduğumuzu kabullendirmek istediler.
Görünmez el metaforuyla sömürünün çarkını çevirdiler.
Piyasayı eşrefi mahlukat olan insanın önüne geçirdiler.
20’inci yüzyıl ekonomisinin yakasına rasyonel insan portresi astılar.
Oysaki her insanın rasyonel olması, her sakallının dede olması kadar saçma bir beklentiydi.
Aslında hepimiz aynı şeylerden konuşuyoruz, fakat konuştuğumuz şeyin ne olduğu konusunda hala anlaşabilmiş değiliz.
Alışıldık düşünce ve ifade kalıplarından kaçma mücadelesi veriyoruz, fakat henüz tam bir sonuç almış sayılamayız.
Eski teorik şemaları yıkan yeni keşifler yapmadıkça, daha adil, daha insani, daha vicdani, daha hakkaniyetli, daha eşitlikçi, daha paylaşımcı bir dünyaya ve küresel ekonomiye ulaşmamız sadece entelektüel bir sızlanma olarak kalacaktır.
Bugünkü şartlarda dünya nüfusunun yüzde 20’si açlıkla ve yetersiz beslenmeyle yüz yüzedir.
Açlık ve dahi mutlak yoksulluğun hiç yenilmeyen veya israf edilmiş yiyeceklerin yüzde 10’uyla tamamen ortadan kaldırılması yapılan araştırmalarla ortadadır.
Mutasyon üstüne mutasyon geçiren, dünya genelinde sayıları 5 milyonu aşan insanın ölümüne yol açan KOVİD-19 salgını artık başka türlü düşünmemizin, eski davranış kalıplarından sıyrılmamızın hayat memat konusu olduğunu göstermektedir.
Ne ekonomi eski ekonomidir, ne de dünya eski dünyadır.
Çok yediğinden obez olan çocukların olduğu dünya ile hiç yemediğinden eti kemiğine yapışmış çocukların olduğu dünya korkunç bir çelişkidir, böylesi bir düzen Allah’ın nizamı olarak görülemeyecektir.
Ekonomide yeni bir hikayeye, milli ve manevi değerlerimizle temerküz etmiş yepyeni bir zihniyet devrimine ertelenemez ihtiyacın olduğunu görmeliyiz.
Hem büyümeyi, hem gelişmeyi, hem de kalkınmayı sağlamak zorundayız.
Önümüze dikilen bentleri birlikte aşmalıyız.
Kronik ve konjoktürel hastalıkları kalıcı olarak tedavi etmeliyiz.
Türkiye ekonomisinin yapısal zaafları vardır ve bellidir.
Ancak hiçbiri çözümsüz görülmemelidir.
Fiyat istikrarı, finansal istikrar ve makro ekonomik istikrar Allah’ın izniyle sağlanacaktır.
Dayanışma ve yardımlaşmaya en fazla ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde, ekonomideki devrevi sorunları siyasal ve toplumsal krize tahvil etmek isteyen, bunun üzerinden sokakları karıştırmayı amaçlayan odaklara milletimiz prim vermeyecektir.
İnsanımızın omuzuna çöken ağırlığın, yüklendiği külfetin samimiyetle farkındayız. Ve onları anlıyoruz.
Fakat ekonomik dengelenme ve normalleşmenin günbegün hayata geçtiğinin de görülmesini diliyoruz.
Fırsatçıların, karaborsacıların, yangından parsa toplama telaşında olan ahlaksızların inanıyorum ki hevesleri kursaklarında kalacaktır.
Vatandaşlarımızın ekonomik sorunlarından istifade ederek servetlerine servet katmanın peşinde olan izansızlarla kıran kırana bir mücadelenin yapılması gerektiğine inanıyor, ezcümle bunu ümit ediyoruz.
Temelsiz fiyat artışlarının frenlenmesi, hayat pahalılığının düşürülmesi hususunda herkesin yapacağı fedakarlıklar vardır ve olmalıdır.
Bilhassa enflasyonla mücadelede gönül birliğini hayata geçirmeliyiz.
Mal ve hizmet üreten, satan, pazarlayan firmalarımızın, şirketlerimizin, kurumlarımızın toplumsal rahatlama adına, temel ihtiyaçların fiyatlarında yüzde 2 ile 5 arasında indirime gitmeleri milli birlik ve dayanışmamızın manevi harcıdır.
Bizim temennimiz, herkesin elini taşın altına koymasıdır.
“Örtünme, beslenme ve barınma” sorunlarının hep birlikte, vicdan seferberliğiyle üstesinden gelmek mümkündür.
Karanlıktan şikayet etmek yerine bir mum da biz yakabiliriz.
Faiz lobisinin şiddetlenen tazyik ve telkinlerine, zillet ittifakının seriye bağlanan bittik ve tükendik propagandasına hiçbir şekilde kulak asmadan tıpkı Ahilik kültüründe yaşandığı gibi darda ve zorda kalan insanlarımıza şefkat elimizi uzatabiliriz.
Değerli Arkadaşlarım,
Diyorlar ki, “yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, demokrasi ve güçler ayrımı düzelmeden Türkiye düzelmez.”
Diyorlar ki, “mutfaklarımızda büyük bir yangın var. Marketlerde karne uygulamaları başladı. Esnafımız satacak mal bulamıyor.”
Diyorlar ki, “Nobel ödüllü on iktisatçı gelse bile, Erdoğan gitmeden ekonomideki sorunlar çözülemez.”
Diyorlar ki, “ülkede bayat ekmek, benzin kuyruğu var, sayıyla unu alıyoruz.”
Diyorlar ki, “Türkiye en zikzaklı ekonomi yönetimini ve en büyük iktisadi istikrarsızlığı Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nde yaşıyor.”
Yalan bunlarda, aldatma bunlarda, saptırma bunlarda, inkar ve iradesizlik bunlarda.
Ve bunların alayı sahtekardır, alayı gerçeklere şaşı bakan, aydınlıktan korkan, karanlıktan nemalanan müfteriler korosudur.
Elleri öpülesi Dedem Korkut bizlere şöyle nasihat etmiştir:
“Hırsız içeride olunca kapı kilit tutmaz oğul, halkın içinde bozgunculuk yapan haindir oğul.”
Düne kadar AK Partinin saflarında yer alıp uzun yıllar bakanlık koltuğunda oturan bir çıkarcı ve sayıyla un almaktan bahseden şaşkın zihniyet, bizim kayyum gibi iktidarın başında durduğumuzu, krizlerin de ortağı olduğumuz ifade etmiş.
Bu dönme dolabın, bu devşirme siyasetçinin kimlere taşeronluk, kimlere hizmetkârlık yaptığını bilen biliyor, bilmeyen de yalnızca ilişki ağlarına ve efendilerine bakarak görüyor.
Biz kayyum değiliz, Milliyetçi Hareket Partisi’yiz.
İradesi pazara çıkmış, geçmişinde pek çok karanlık nokta bulunan, Truva atı gibi ortalıkta dolaşan hiç kimsenin Türkiye’nin kuyusunu kazmasına da göz yummayacağız.
Unutmayınız ki, bir defa satan her zaman satar, kendi arkadaşlarına ve partisine ihanet eden fırsatını bulursa milletine ihanet etmekten de kaçınmaz.
Bu tipler aslında bizim muhatabımız değildir.
Ancak evimizin camına iki de bir taş atanın da alnını karışlamak, haddini bildirmek ana vazifemizdir.
Bu şahsa sesleniyorum, kayyumu falan geç, partine doldurduğun askeri ve siyasi casuslarla birlikte geçmişte yönettiğin bakanlıkları hangi örgütlere peşkeş çektiğini adamsan açıkla.
Zillet ittifakı Türkiye’nin ekonomik mahvoluşu üzerinden siyasi ikbal ve rant elde etmek için bütün imkanlarıyla faaliyettedir.
Kılıçdaroğlu’nun sanıyorum şu günlerde canı fazla sıkıldığından kendisine bir meşgale arıyor olsa gerektir ki, sosyal medyadan video yayınlamaya iyiden iyiye merak sarmıştır.
Geceleri ardında bırakacağı mirası düşünüyormuş.
Anlaşılan başka işi gücü kalmamış.
Sayın Kılıçdaroğlu fazla zahmete girme, kısaca ben sana söyleyeyim:
CHP’nin başına bir kaset komplosuyla ve paraşütle iner gibi gelmen,
Terör örgütü YPG’yi kendi vatanını koruyan örgüt olarak görmen,
Terörle mücadeleye hayır demen, terörizme gülücükler saçman,
Ne işimiz var Suriye’de, Libya’da, Irak’ta sözlerin,
HDP’yi meşru sayman, terörist Demirtaş’ı övmen,
Milli meselelerde Türkiye’nin karşısına geçmen,
İstiklal Marşı’nı okuyamaman, istiklalimize kara çalman,
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ihanet etmen, CHP’yi kaynağından koparman,
HDP-PKK ile ittifak kurman, yabancı büyükelçilerden aman dilemen, emperyalizme kurşun asker olman senin lekeli mirasın olarak anılacaktır.
Kılıçdaroğlu akli melekelerini yitirmiş olacak ki, “strateji bizim işimiz değil, o gençlerin işidir,” diyebiliyor.
Bir partinin stratejisi, siyaset yapıyor olmanın stratejik hedefleri nasıl yok sayılır?
CHP’nin kuru gürültüyle, günlük polemiklerle, yalan siyasetle milletimize vereceği ne vardır?
Böyle bir zihniyete ülke yönetimi emanet edilebilir mi?
Daha taktik nedir, strateji nedir, hedef nedir bilmeyen kemiksiz bir cahilin niye siyaset yaptığı, neyin peşinde olduğu nasıl açıklanacaktır?
Terörist Demirtaş 24 Kasım sabahı miting yapın diyor, akşamına Kılıçdaroğlu “haydi meydana” diyerek bu hain çağrıya sarılıyor, sadakat gösteriyor.
Bu mudur sizin helalleşmeniz? Bu mudur sizin siyasetiniz? Bu mudur sizin Türkiye’ye bakışınız?
Buysa eğer siyasetiniz yere batsın diyorum, hayrını görmeyin diye niyaz ediyorum.
PKK’nın terör elebaşları özyönetim ve özerklik şartıyla helalleşmeye hazır olduklarını açıklıyor, peki CHP’nin Genel Başkanı buna ne diyor? Yoksa kurulan pazarlık masalarına yüz sürüp de bunlara olur mu veriyor?
Cumhur İttifakı’na ve oy veren vatandaşlarımıza utanmadan gayri milli diyen Kılıçdaroğlu, ne milletin, ne milliyetin, ne de milliyetçiliğin derin manasını bilmeyen, bilse de bu değerlerle gece-gündüz gibi ayrı olan siyaset yozlaşması, zillet temsilcisidir.
Gayri milli arıyorsa çevresine baksın, gitsin de teröristlerin yüzüne söylesin.
Kılıçdaroğlu şahsıma seslenerek, “yüreğinde bir damla millet sevgisi varsa erken seçimin kapısını aç” demiş.
Sayın Kılıçdaroğlu, benim millet ve vatan sevgimin fitresini versem sana ve yedi sülalene yüz yıl yeter.
Erken seçim yoktur, hemen seçim yoktur, şimdi seçim yoktur, derhal seçim yoktur, bu tavizsiz karar ve irade beyanına sevsen de sevmesen de alışman, bununla da kalmayıp riayet etmen tavsiyemdir.
Mersin’de miting yapacağına, ilk adımı kan kardeşin HDP’yle birlikte Kandil’de atmanın önünde hiçbir mani hal görülmemektedir.
En azından size yakışacak olan budur, sizin fıtratınızla da münasiptir.
Zillet ittifakını uyarıyorum, sokaklarda gelecek aramayın.
Sokak aralarında iktidar bulacağınızı zannetmeyin.
Sokak sokak gezip halka nifak aşılamayın.
Hesabını veremeyeceğiniz, altından kalkamayacağınız, bedeline katlanamayacağınız müptezelliklere, skandal yanlışlara tevessül etmeyin.
Türkiye sokakta bulunmadı, sokakta kurulmadı, size de inşallah bırakılmayacaktır.
Kaosa yatırım yapanlar, krize oynayanlar, iç barış ve huzur ortamımızı sakat bırakmak için provokasyon nöbetine girenler milletin sağduyusunu yanlışa yormasınlar.
Akıllarını başlarına devşirsinler.
Unutmasınlar ki, sarı gömleklilere heves edip sokağa çıkan marjinal gruplarla, tencere tava çalarak onlara destek verenler doğru bir yolda değildir.
Kifayetsiz muhterislerin tezgahına gelecek bir ülke yoktur.
CHP’ye ve yedeklerine diyorum ki, 2023 yılının Haziran ayını bekleyin, biraz daha dişinizi sıkın, ancak milletimizin sıkılı yumruklarının tepenize inmesi halinde de feryat figan etmekten sakının.
HABER VİDEOSU
canlı bahis siteleri casino siteleri
deneme bonusu veren siteler canlı casino https://www.egrpower50summit.com/ slot siteleri http://www.milano2018.com/